OSMANLI BİLE OSMANLI ALFABESİNE KARŞIYDI

(-Sultan II. Abdülhamit Bile Latin Harflerine Geçilmesini Önermişti!)

Evet, her şey ters yüz ediliyor bu ülkede…

Yineleyelim:

-“Osmanlı bile Osmanlıca’ya Karşıydı!”

Hem de belli bir kesimin çok değer verdiği Sultan II. Abdülhamit bile Osmanlıca’nın yazı dilinden yakınıyordu.

Bunlar dikkate alınmadan, öyle bir inandırıldı ki toplum:

Latin Harflerinin benimsenmesiyle, geçmişle bütün bağlar koparılmış…

Toplum okuyamayan, düşünemeyen bir düzeye indirgenmiş…

Toplum koskoca bir karanlığın içine itilmiş…

Aman ne yaftalı sözler, ne şatafatlı düşünceler…

Acı gerçek şuydu:

Osmanlı Devleti’nde kadınların okuma yazma oranı hiçbir zaman yüzde birin üzerine çıkmadı.

Ortalama okuyan yazan nüfus ise yüzde üçü hiçbir zaman aşamadı.

Kimse o dönemin koşulları öyleydi demesin:

Bu sıralarda İngiltere’de okuma yazma oranı yüzde seksenin üzerindeydi.

Açık, seçik; net:

Osmanlı Devleti’nin kullandığı Arapça harflerle oluşturulmuş Osmanlıca alfabe, eğitim ve öğretimin önündeki en büyük güçlüktü.

Gelin, Osmanlı Devleti’nde bu konuya aydınlar nasıl yaklaşmış; birlikte görelim:

İlköğretim zorunluluğu II. Mahmut döneminde getirildi.

1839 Tanzimat Fermanı, eğitimin geliştirilmesi çabalarının en önemli adımı oldu.

O günlerden sonra pek çok sivil ve askeri eğitim kurumu kuruldu.

Osmanlı Devleti’nin en üst düzeyde yöneticileri, halkın yönetenleri anlamadığından; okuyup yazma bilmediğinden yakınıyorlardı.

Bu sorunu aşmak, bir devlet politikası haline getirildi.

1845’te eğitim işleriyle uğraşmak üzere Maarif Meclisi açıldı.

Bir akademik kurum niteliğinde Encümen-i Daniş, 1851’de kuruldu.

Bu kurumların çalışmaları, eğitimin önündeki en büyük etkenin açıkça alfabe sorunu olduğunu ortaya koydu.

Bu nedenle, Osmanlı yıkılmadan üç çeyrek yüzyıl önce, yazıda bir reform yapma düşüncesi oluşmuştu:

Örneğin Münip Mehmet Efendi açıkça Osmanlıca alfabe de düzenleme yapılması gerektiğini anlattı.

Hem de Cemiyet-i İlmiye adlı bir bilimsel kurulda.

İyi hazırlanmıştı:

Tuttu, Osmanlı Alfabesini öteki ülke alfabeleriyle karşılaştırdı.

Ve ardından açıkça şunu dedi:

-“Okuma yazmanın önündeki en önemli engel, alfabedir. Çünkü bu alfabede ünlü sesler yoktur. Ünlü harfler olmadığı için, Türkçe sözcükleri yazma olanağı yoktur. Bu nedenle yeni bir düzenleme gerekir…”

İş bununla mı kaldı?

Hayır…

Osmanlı aydını bu konuyla ilgili görüşlerini yazdı çizdi.

Ve devreye, Ahmet Cevdet Paşa girdi.

Büyük Osmanlı Hukukçusu ve Tarihçisi olan bu kişi, aynı yönde düşüncelerini ortaya koyarak, sorunu devlet katlarına sundu.

Bunun sonucunda, 1863 yılında ilk ders kitaplarında, sesli harfleri göstermek için işaretler kullanıldı.

Ancak bu da sorunu çözmedi.

Üç yıl eğitim gördükten sonra çocukların pek çoğu, bir mektup bile yazıp okuyamıyordu.

O günkü koşullarda, sesli harfler eklenirse sorun çözülebilir diye düşünülüyordu.

Ancak bu da çözüm olmamıştı.

Hatta Terakki gazetesi açıkça şunu yazdı:

Kuran Arap harfleriyle yazıldığı için, Türkler bu alfabeyi kutsal görüyorlar. Ancak bu harfler değiştirilmedikçe ilerleme mümkün değildir”.

Aynı dönemde Azerbaycan ve Arnavutluk gibi yerlerde de Osmanlıca alfabesinin yetersizliği üzerine tartışmalar yapılıyordu.

Namık Kemal bakın ne diyor, konuyla ilgili:

“Bizde çocuklar beş altı yaşında mahalle mekteplerine verilir. İki üç senede bir hatim indirirler. Birkaç yıl tecvit ve hatimler tekrar tekrar okunur. Beş altı yıl da sülüs ve nesih karalarlar. Ancak ellerine bir gazete verilse okuyamazlar. İki satır bir not tutamazlar. Yazılmış tezkereyi bile okuyamazlar. Onları okutan hocaların içinde de gazete ve tezkere okuyabilecek, birkaç satır mektup ve tezkere yazabilecek olanlar yüzde beşi geçmez!”

Görüldüğü gibi; harflerin yetersizliği açıkça görülüyor ve dillendiriliyor; ancak halk, Osmanlı Harflerini Kuran'da kullanılan harfler olarak görerek bir kutsiyet yüklediği için, bu konuda tereddütlü davranılıyordu.

Bütün bu önerilere ve kimi düzenlemelere karşın, Osmanlıca alfabe ihtiyaçlara cevap veremedi.

Osmanlı Devleti'nin son evresini aydınlar, Osmanlı dilini, yazısını ve alfabesini tartışarak geçirdiler.

Başka adımlar da atıldı:

1911 yılında İstanbul’da bir “Harfleri Islah” Komisyonu kuruldu.

Bir de kongre yapıldı. Kongre başkanı ünlü Ahmet Muhtar Paşa’ydı.

Kongrede dil konusunda uzman olmuş kişiler görüşlerini dile getirdi.

Bunların en ünlülerinden biri, Ispartalı Hakkı Bey’di.

Dil ve alfabe konusundaki araştırmalarıyla biliniyordu.

Yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“Kimse yazımızın kolay okunabildiğini iddia edilemez… Hatta mümkün değildir. Çocuklarımıza bakınız!. Çocuklar okula gidiyor, ama okul sözcüğünü bile okuyamıyorlar. Başka ülkeler, çocuklarına kolayca okuyup yazmayı öğretirlerken, biz bütün gücümüzü ve ömrümüzü bu yazıyı öğreteceğiz diye tüketiyoruz… Bizim çocuklar, bir yazıyı öğrenmek için yıllarca uğraşıp dururken, nasıl olacak da öteki ülkelerin çocuklarıyla yarışacak? Zavallı bizler!”

Sebilürreşad o dönemlerin dinci ve tutucu bir dergisiydi.

O bile Osmanlıca harflerin eksikliğini görüyor ve ıslahat öneriyordu.

Islahatın bile yeterli olamayacağı görüşü bir süre sonra iyice yerleşti:

Celal Nuri, Abdullah Cevdet, Kılıçzade Hakkı ve Hüseyin Cahit gibi önemli aydınlar açıkça Arap harflerini ıslah etmenin mümkün olmadığını savundular.

Doktor Musullu Davut tarafından Osmanlı Meclisi Meclis-i Mebusan’a Latin Harflerinin kabul edilmesine ilişkin bir tasarı bile verildi. Sonradan onu Karayan ve Hidayet İsmail gibi başka vekiller de izledi.

Ancak sonuç alınamadı

Ve dikkat:

II. Abdülhamit bugün belli çevreler tarafından göklere çıkarılıyor.

O ne düşünüyor bu konuda dersiniz?

Abdülhamit, Arap harfleriyle yazı yazmanın ve okumanın zorluğunu dile getirerek, Latif Harflerini almanın artık şart olduğunu söyledi.

Osmanlı aydınları, bir kültür kopuşu yaşanacağını ileri sürerek, yavaş yavaş Latin harflerine geçilmesini de önerdiler.

Birkaç kişi, Arapça harfler kalsın diye düşünce ortaya koydularsa da, baskın görüş, Arapça harflerin atılmasında düğümlendi.

Bu konuda ilk radikal adım, Enver Paşa tarafından atıldı.

Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen önceydi:

O, “Ordu Elifbası” adıyla bir alfabe hazırlatarak uygulamaya koydu.

Halk bu yazıya Enver Paşa’nın adını verdi ve “Enveriye” dedi.

Enveriye, birleşik yazılan Arapça harflerin, tek tek ve birleştirilmeden yazılmasını öngörüyor, harf aralarına sesli harfler koyuyordu.

Ancak olmadı.

Büyük bir kargaşa ortaya çıktı ve yazılan emirleri pek çok subay anlayamadı…

Savaşta en önemli konu olan muhabere işi, sanki felce uğradı…

Bu sorun, ancak Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1928 yılında Sarayburnu’nda yaptığı bir konuşma sonrasında atılan devrimci adımla aşılabildi.

Bu kültürün, eğitim ve öğretimin gelişmesinde büyük bir adım oldu.

Öyle ki, Osmanlı’nın onca çabasına karşın, okuma yazma oranı yüzde üçü aşamamışken; genç Türkiye Cumhuriyeti yazı devriminin beşinci yılında, bu oranı birkaç kat aşmış, yüzde yirmilere yaklaşmıştı…

Osmanlıca takıntısı olan Osmanlıcıların günümüzdeki tuhaf önerileri ve düşüncelerini, onların en çok önem verdiği II. Abdülhamit görseydi, ne düşünürdü acaba?


Prof. Dr. Kemal Arı, 18.1.2015 

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski